Röportajlar

The Forty-Five Röportajı

Evanescence’ten Amy Lee: “Şu Anda Savaşmamız Gerekenler Hepimizi İlgilendiriyor”

Marianne Elois, Evanescence 2011’den beri ilk kez yeni bir albüm çıkarmaya hazırlanırken, Amy Lee ile kayıp, taviz, gerçek ve grubunun mirası hakkında konuştu. 

Sadece telefon üzerinden bile Amy Lee’nin insana huzur veren bir etkisi var. Sadece hayat deneyimiyle edinebilecek bir sakinlik kazanmış, hatta hak etmiş biri olarak ince düşüncelerini paylaşırken arada bir bulaşıcı bir kahkaha patlatıyor. Şu anda Nashville’deki evinde kocası ve altı yaşındaki oğluyla yaşayan Evanescence’in yüzünün hayatı geçen yıl New York’tan taşındığından beri çok değişmiş. Özellikle salgın başladığından beri yeni, yavaş hayatına alışmaya başlamış. “Her şeyden çok ‘Güzel, evde kendi mantımı ellerimle açacağım ve oğlumla vakit geçireceğim,’ diyordum kendime. Normalde tura çıkıp ondan ayrılmak zorunda kalacaktım, o yüzden bu fırsata minnettardım.”

Ama işine düşkün olan Lee’nin boş kaldıktan sonra sanatına dönmesi uzun sürmemiş. “Müzik beni kurtarıyor. Üzerime aldığım sorumlulukların altında ezildiğimi hissetmeye başladım ama açıkçası boş durmaya tercih ederim,” diye itiraf etti. “Endişelerim bazen bana egemen oluyorlar. Sıkıntılarımı, hislerimi ve tüm enerjimi sevdiğim ve inandığım bir şeyi yaratmaya yönlendirmek hayatımı kurtarıyor.”

2011’de grubun ismine sahip olan üçüncü albümlerinden beri Evanescence’in tek çıkardığı albüm 2017’deki, eski şarkılarını yaylı çalgılar ve elektronik seslerle yeniden hayal ettikleri Synthesis albümüydü. Lee ve diğer grup üyeleri 2020 albümleri “The Bitter Truth”un şarkılarını tek tek çıkarıyorlar. Bu şarkılardan bazıları karantina öncesi kaydedilmiş. Başka bir sürü sanatçıya olduğu gibi onlar da yepyeni bir çalışma tarzı bulmak zorunda kalmışlar ama güvende olacaklarından emin olduktan kısa bir süre sonra Amy Lee grubun çoğunu kendi evine bir aylığına davet etmiş ve beraber karantinaya girmişler. “Çok güzel, yaratıcı bir zaman geçirdik ve bir sürü şarkı yazdık. Arkadaşlar eve gittikten sonra yaptığımız her şeye bakıp benim sorumluluğum olan şeyleri bitirmeye odaklandım.” Yapımcılarının özel stüdyosuna yakın oturduğu için, Nashville’e taşınmış olmak Lee için güzel bir tesadüf olmuş.

Müzikleri için çıktıkları yavaş süreç, aslında karantina zamanından çok daha önce başlamış. “Bu sefer işlere farklı yaklaşmaya karar vermiştik zaten. Plan programım, hayatı yaşama tarzım ve çalışma tarzım açısından yeni bir düzene girdim, hepimiz girdik,” dedikten sonra eski rutinlerini tarif etti Lee. Sadece dinlemesi bile yorucu bir şeydi. Lee’nin grup üyeleriyle uzun bir süre beraber olması yaratıcılıklarını arttırmış ama yanı sıra arkadaşlıkları Lee için büyük bir moral kaynağı olmuş: “Bir araya gelebildiğimize çok minnettardık. İçimiz dolup taştı. ‘Oh be!’ olduk. ‘Kalabalık! İnsanlar! Ne yapmam gerektiğini bildiğim bir yerdeyim, bunu yapabilirim, yetenekli olduğum bir şey yapacağım! Şükürler olsun!’”

Şimdi Lee zaman sınırı olmayan bir yazma halinde. “Kendime karşı sabırlı davranmaya çalışıyorum çünkü zorlayamam kendimi. Tamamen kontrolüm altında olan bir şey değil yazmak.” Şarkı sözlerinde yeni yolculuklara çıkıyormuş. Bunun bir örneği, “The Bitter Truth”un üçüncü teklisi olan ve The Pretty Reckless’tan Taylor Momsen ve Halestorm’dan Lzzy Hale gibi kadınların da içinde bulunduğu “Use My Voice”. Piyano ve Lee’nin sesiyle sade bir şekilde başlayan şarkı, Lee “benim adıma konuşma” dedikçe çok haklı bir yerden gelen bir hiddetle patlıyor.

Lee bu şarkıyı 2016’da saldırıya uğramış Chanel Miller’ın etkileyici beyannamesini okuduktan sonra başlamış. “Beni ağlattı. Çok duygulanmıştım. Okuduktan sonra aldığım en önemli ders, onun sesinin ne kadar güçlü olduğuydu. Sözleri dallı budaklı değildi, içinde bir sürü yasal söz uzatma yoktu, hepsi direkt kalbinden çıkıp onu susturmaya çalışan o odayı, ortamı, her şeyi bıçak gibi ortadan kesip atmıştı,” diye tutkulu ve kızgın bir şekilde anlattı. “Herkesin hayatını kolaylaştırmak için onu susturmaya, onu silip atmaya çalışıyorlardı. Ama bu ona olanları değiştirmedi, üzerindeki etkisini silemedi.”

Gücün kötüye kullanışı ve insanların rızalarına yapılan saldırılara karşı olan hisleri elle tutulur gibiydi. Miller’ın yazdıklarının üzerinde olan büyük etkisini açıklamaya çalışırken boğazı düğümleniyordu. “Başka birinin yüzünden bize olan ve bizi derinden etkileyen şeyler vardır. Kalkıp bunu açık açık dile getirmek bir sürü nedenden dolayı çok zor olabilir. Sadece sizinle ilgili değildir, o kişinin de hakkındadır, bu olayın anlamı ve olayın ardından gelebilecek dramla da ilgilidir. Bir kurban olarak çaresiz kalmak istememek, kendini savunmak istemek önemli şeyler ama bir düşünürsek daha önemli olan bir şey de başkalarına verebileceğiniz ilhamdır, başka kadınlara verebileceğiniz güçtür. Miller’ın sözleri beni böyle etkiledi.”

Lee, rıza ve cinsiyetçilik konularında gayet kızgın ve dobra dobra konuşuyordu ama bu noktaya gelebilmesi zaman almış. Daha önce hayran kitlesinde bir tür ayrım oluşturmamak için kendi düşüncelerini müziğinden uzak tutuyormuş ama artık böyle bir seçeneği olmadığına karar vermiş. “Sonunda kuralımı değiştirmek zorunda kaldım. Politika konusunda hiç, tek bir kez bile konuşmamıştım. Ama şimdi karşısında olduğumuz durumun hepimizi ilgilendirdiğini düşünüyorum.” Artık sesini kullanmanın gücüne inanıyormuş: “Gerçekler ne kadar yüzümüze vurulursa, toplum olarak, insanlık olarak inkâr etmemiz o kadar imkânsızlaşır. Değişim sağlamanın en yalın yolu, gerçekleri yaymaktır.” Onun tabiriyle “siktir et” dediği noktaya gelmiş, yapması gerektiğini yaparak kaybedeceği kişileri umursamamaya başlamış.

Hep böyle değilmiş. Lee, 2000’lerin başlarında rock dünyasında çoğu zaman odadaki tek kadınken durumundan hiç şikâyet etmek istememiş. “O zamanlarda ‘diva’ kelimesini aklımdan çıkaramıyordum,” diye gülen Lee şöyle devam etti: “İşte böyle sindiriyorlardı insanı, müşkülpesent olduğunu düşündürterek.” 2003’te Evanescence ünlü olduğu dönemde rock dünyasının “maçolaşmaya başladığını”ve ne sahne önünde ne sahne arkasında temsil edildiğini düşünüyormuş. Bunun basına da yansıdığını ve çoğu zaman erkek gazeteciler tarafından anlaşılmadığına tanık olmuş: “Genel olarak beni anlamıyorlar, bu yüzden de hikâyemi doğru dürüst anlatamıyorlardı. Benim ve okurların arasında bir filtre oluyordu,” deyip, şunu ekledi: “Sesim neredeyse her zaman ancak bir erkeğin filtresinden geçerek insanlara ulaşabiliyordu.”

Bu savaşı daha en başta, Evanescence’in en tanınan şarkısı ve ilk teklisi olan, Lee’nin inanılmaz sesi ve piyanoyla başlayıp, sonra konuk şarkıcı Paul McCoy’un rap’iyle nu-metal tarzına kayan “Bring Me to Life”la başlamıştı. Plak şirketi, dinleyici kitlesi “tanıdık” bir şey duyabilsin diye şarkıya McCoy’u getirmek için ısrar etmişti. “Şarkının başında bir kadınla piyanonun olmasını çok fazla buluyorlardı,” diye güldü Lee ve şirketin aslında grupta tam zamanlı bir erkek şarkıcının olmasını istediklerini ama onun buna karşı çıktığını ekledi. “Hayır dediğim için grubumuzu bırakacaklarını düşünmüştüm. Sonunda ortada buluştuk ve sadece bir şarkıda, konuk olarak bir erkek şarkıcı olacağına anlaştık. Benim için zor olmuştu çünkü daha ilk şarkıda sanatımdan taviz vermek zorunda kaldığımı hissetmiştim.”

Artık “Bring Me to Life” hakkında iyi hissetse de böyle bir seçim yapmak zorunda bırakıldığı için Lee kendini ihanete uğramış gibi hissediyormuş: “Eğer o şarkı, bizim insanlar tarafından duyulmuş tek şarkımız olsaydı, o şarkıdan sonra grubumuz unutulmuş olsaydı, mutsuz olurdum. Kariyerim konusunda hayal kırıklığına uğramış hissederdim çünkü hem anlaşılmamış hissederdim hem de kendimi savunmamış olurdum. Aslında kendimi savunmuştum ama keşke daha çok savunsaydım diye düşünürdüm. Neyse ki o şarkıdan sonra hayatta kalmayı başardık.”

Lee önem verdiği konulara gelince çok açık yürekli konuşuyor. Bu açıdan yaşlandıkça daha çok cesaret toplayıp toplamadığını sordum. “Evet. Bir bakış açısına sahip olmak çok önemli. Bir anne olmak bana bundan çok verdi,” diye cevap verdikten sonra boğazı düğümlendiğinden bir süre sessiz kaldı. Birkaç saniye sonra devam edebildi. “Trajedi de. İki yıl önce erkek kardeşimi kaybettim.” Lee’nin erkek kardeşi Robby 2018’in başlarında, sadece 24 yaşındayken hayatı boyunca boğuştuğu epilepsi nedeniyle vefat etti. Onun için duyduğu yas, Lee’nin dünyaya görüşünü etkilemiş. “Aileme, hayatımda olan en zor şeylerden biriydi. Böyle bir şey geçirince, neyin önemli olduğunu, korkunun ne olduğunu, asıl kaybın ne olduğunu iyi anlıyorsunuz. Bakış açım böyle önemli konulara odaklandıktan sonra, kim İnternette beni sevmiyormuş umurumda falan değil.”

Böyle bir trajedi geçirmiş olmasına rağmen, bunun onu katılaştırmasına izin vermemiş. Onun yerine her şeye daha olumlu bir bakış açısıyla yaklaşmaya başlamış: “Yani, ölüm hayatın bir parçası sonuçta,” derken sesi hâlâ ağlıyormuş gibi geliyordu. “Kimse ölümden kaçamaz. Gerçek bu,” demesine rağmen, çok olumsuz olmak istemediğini de belirtti. “Sadece siyahlara bürünmüş bir vampire dönüp dünyadan nefret edelim anlamında değil. Tam tersi. Şu anın tadını çıkaralım anlamında. Bence ölümlülüğümüzü kabullenmek önemli. Benim önemli olduğunu düşündüklerime zaman ayırmak istediğimi anlamamı sağladı. Sevdiklerimle olabildiğince zaman geçirmek istiyorum.”

Lee ölümü kabullenmenin kasvetli bir şey olmadığı konusunda ısrarcı. Bunun onu depresyondan çıkardığını söyledi: “Bugün, kötü bir gün değil. Bugün yoğum bakımda veya bir cenazede değilim ki hayatımda bu yerlerde daha önce bulundum, gelecekte de bulunacağım. Bu yüzden bugünün tadını çıkarın, gayret gösterin. Verimli olmaya çalışmayı kastetmiyorum, içinizde biraz huzur hissetmeye çalışın, kendinizi canlı hissetmeye çalışın demek istiyorum çünkü bugün, hayattasınız.” Keder, hayatında kimlerin olduğunu ve ne istediğini tekrar düşünmesine yol açmış, diğer kardeşlerine olabildiğince sık görüşüp onlarla yakınlaşmaya karar vermesini sağlamış.

Amy Lee yirmi yılı aşkındır müzik endüstrisinde, 14 yaşında Evanescence’i kurdu ve 20’li yaşlarının başında meşhur oldu. Şimdi, 38 yaşında, çoğu zaman erkeklerin egemen olduğu bir dünyada bir kadın olmanın en iyisini ve en kötüsünü yaşamış biri olarak o yirmi yıl içinde anne, kız kardeş ve goth ikonu gibi bir sürü rol edinmiş ama hepsinin ötesinde olduğu şey, insaniyetli bir kadın. Onunla konuşurken deneyimlediği kadın düşmanlığı ve kederin onu sertleştirmesine izin vermeyip tam tersine inatla hassasiyetini korumuş olduğunu görmek kolay. Konuşmamız bitmeden önce, kederle kendini kaybetmeden başa çıkabilmek için verdiği son bir nasihat, günlük tutmaktı: “Unutmamak için yaşadıklarını bir kenara yaz, eninde sonunda unutuyor yoksa insan. Biriyle her zaman sahip olabileceğin tek şey, beraber anılarınız. Onları böyle hayatta tutabilirsiniz.”


Çeviri için Zeynep Sıray ve Öykü Yıldızhan’a teşekkürler.

Kaynak: thefortyfive.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir